Tek, yoksul bir saka, bu sakanın da su taşıdığı bir eşeği varmış. Çektiği eziyetten iki büklüm olmuş; bir deri bir kemik kalmış. Hemen her gün ağır yükler taşıyan eşeğin sırtında yaralar çıkmış. Yüz yerde, yüz yara açılmış.
Zavallı eşek değil arpa, kuru ot ve saman bile bulamıyormuş ki karnını doyura! Açlık yetmiyormuş gibi bir de sahibinden orasına burasına inen sopası! Öyle bir gün gelmiş ki, artık ölümü ister olmuş.
Imrahor denen, padişahın ahırlarının bakıcısı, bir gün Saka'ya rastlamış. Sakayla tanışıklığı, dostluğu varmış. Selâm vermiş, hâl hatır sormuş. Yanındaki eşeği görünce;
— "Zavallı eşek!" demiş. "Ne oldu buna böyle? İnce bir dal gibi iki büklüm olmuş!"
Saka yana yakıla;
— "Hep benim kusurumdan, benim yoksulluğumdan..." demiş. "Şu ağzı dili olmayan zavallı hayvana bir şey bulup veremiyorum ki yesin."
Imrahor;
— "Sen bu hayvanı birkaç gün bana ver." demiş. "Onu padişahın ahırında birkaç gün alıkoyayım. Biraz kendine gelip kuvvetlensin."
Saka, sevinerek bu teklifi kabul etmiş. Eşeği, Imrahorla padişahın ahırına götürmüş, gösterdiği yere bağlamış.
Eşek, etrafına şöyle bir bakınmış. Semiz, gürbüz, genç ve güzel Arap atlarını görmüş. Hepsi de tımarlıymış. Ayak bastıkları yerler bile süpürülmüş, tertemizmiş. Arpaları, samanları da başucundaymış.
Bir onlara, bir kendine bakıp;
— "Ey yüce Rabbim!" demiş. "Bu nasıl iş? Tut ki eşeğim, ama ben de senin bir yaratığın değil miyim? Neden her yanım yara bere içinde? Geceleri sırtımdaki yaraların sızısından, karnımın açlığından, yatamaz oldum; ölümüm için yalvarıp durdum. Oysa şu atların durumuna bak! Hepsinin de keyfi yerinde. Bu arıklık, bu zayıflık, bu perişanlık, bu eziyet, bu belâ bana mı mahsus? Neden bu?"
Aradan birkaç gün geçmeden bir savaş patlak vermiş. Davullar çalmış; ahırdaki Arap atlara eğerler, gemler vurulmuş. Atlar savaş meydanına sürülmüş. Savaş günlerce sürmüş. Atların kimi atılan ok ve mızraklarla, kimi çalınan kılıçlarla yaralanmış. Kimileri derin yaralar alıp kızıl kanlar içinde kalmış. Kimileri de ölümcül bir yara alıp düştüğü yerden kalkamamış.
Günlerce süren savaştan sonra dönen atlar, ahıra zar zor girebilmişler. Hepsi de bitkin bir hâldeymiş. Bazıları ahıra girer girmez yerlere yığılmışlar. Nalbantlar ve cerrahlar gelmişler, hançerler ellerinde sıra sıra dizilmişler. Atların ayaklarını sağlam iplerle bağlamışlar. Yaralarını yarmışlar, vücutlarında kalan ok uçlarını, mızrak parçalarını çıkarmışlar. Derin yaraları dikmişler.
Eşek, bütün bunları görünce;
— "Aman Allah'ım!" demiş. "Demek, beterin beteri varmış. Ey yüce Rabbim! Yakınmalarımdan ötürü beni bağışla! Yoksulluğa razıym! Yeter ki, şu zavallı atların düştüğü belâlardan uzak olayım!"
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder