Bir bakkalın papağanı vardı. Mavi, yeşil, rengârenk tüylü, güzel sesli ve çok konuşan bir papağandı. Bakkal bekçiliği yapar, alışveriş yapanlara hoş şakalar yapardı. İnsanlarla tıpkı insan gibi konuşurdu. Papağan gibi ötmede de üstün bir yeteneği vardı.
Efendisi, bir gün evine gitmişti. Papağan, dükkânı gözetliyordu. Birden bir kedi girdi dükkâna. Kedi bir fareyi kovalıyordu. Güzel papağan korkusundan, bir yerlere sığınmak istedi. Kendisine güvenilir bir yer ararken de bir gül yağı şişesine çarptı. Şişe yere düşerek parçalandı, içindekiler yere döküldü.
Bakkal evden döndü. Rahat bir şekilde sandalyesine geçip oturdu. Bir de baktı ki, ne görsün, dükkân yağ içinde kalmış, elbisesi yağlara bulaşmış.
Bunu papağanın yaptığını anlayınca, hırsla onun başına vurdu. Sert darbeden zavallı kuşun dili tutuldu, başı kel kaldı.
Birkaç gün papağanın sesi sedası kesildi. Ne konuşuyor, ne de ötüyordu. Bakkal pişmanlığından ah etmeye başladı. Sakalını yolarak:"Eyvah!" diyordu, nimet güneşim bulut altına girdi, görünmez oldu. Keşke elim kırılsaydı da, onun başına vurmaz olsaydım, diyordu. Kuşunun yeniden konuşması için fakirlere sadakalar verdi. Bir şişe gülyağı yüzünden hiddete kapılarak yaptığı bu işten fazlasıyla suçlu tutuyordu kendini.
Bu kuş yeniden ne zaman konuşmaya başlayacak, dükkânımı ne vakit şenlendirecek diye kara kara düşündüğü bir gün, sokaktan kabak gibi tüysüz kafasıyla kel bir adam geçiyordu. Papağan, hemencecik dile gelip adama
bağırır: Ey keli Neden kellere karıştın? Yoksa benim gibi gülyağı şişesini mi döktün sen de?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder