Küçük bir fare, bir devenin yularını tutmuş, kurula kurula gidiyordu. Deve yumuşak huylu olduğu için, fareyle yol arkadaşlığı yaparken, fare içinden:
— Ben ne yiğitmişim, diye böbürleniyordu. Deve, farenin bu düşüncesini anladı. Kendi kendine:
— Hadi sen böyle kendini avut bakalım, ben sana gösteririm.
Gide gide kocaman bir filin bile geçemeyeceği büyük bir ırmağın kıyısına geldiler. Fare orada durdu, şaştı kaldı.
Deve:
— Ey dağda ovada bana yoldaşlık eden! Neden durdun. Haydi yiğitçe ırmağın ötesine geçsene. Sen benim kılavuzum, öncüm değil misin?
Fare:
— Arkadaş! Bu su pek büyük, pek derin. Boğulurum
diye korkuyorum.
Deve alaycı bir tavırla:
— Dur bakalım suyun derinliği ne kadarmış? diyerek hemen ırmağın içine ayağını bastı. Sonra:
— Ey kör fare! Su diz boyu kadar. Niye şaşırdın? Fare korkudan titriyordu.
— Ey hünerli deve! Su sana diz boyu ama, benim başımı yüz arşın geçer.
— Öyleyse bir daha haddini bil. Git farelerle boy ölçüş. Sen benimle yarışamazsın.
Fare pişman bir hâlde:
— Tövbe ettim, pişman oldum. Allah aşkına beni şu sudan geçir, diye yalvardı.
Deve fareye acıdı:
— Hadi atla sırtıma bakalım. Bu sudan geçmek benim isimdir, dedi ve birlikte karşı kıyıya geçtiler.
19 Kasım 2011 Cumartesi
25 Ekim 2011 Salı
ÜÇ ÖĞÜT
Adamın biri, bir kuşa tuzak kurmuş; onu faka bastırıp yakalamış. Kuş kurtulmak için bir yol aramış. Kendisini yakalayan adama;
— "Ey ulu hoca" demiş, "sen nice öküzler, koyunlar yedin; nice develer kurban ettin. Hiçbir zaman onlarla doymadın da, şu benim minnacık bedenimle mi doyacaksın? Beni bırak da sana üç öğüt vereyim; vereyim de bil bakalım; akıllı mıyım, aptal mı?
Sana bu üç öğüdün birincisini elindeyken, ikincisini şu damın üstündeyken vereceğim. Üçüncüsünü de ağacın dalına konunca söyleyeceğim. Bilesin ki, bu üç öğüde kulak verirsen bahtın da açık olacaktır."
Adam, kuşu ister istemez dinlemiş. Ne söyleyeceğini de merak etmiş. Kuşa, "Peki" der gibi bakmış. Kuş, adamın bu hâlini görünce;
— "Elindeyken söyleyeceğim söz şu: Olmayacak şeye, kim söylerse söylesin inanma!"demiş.
Bu söz, adamın hoşuna gitmiş. Diğer öğütleri de merak ediyormuş. Kuşu gönülsüzce serbest bırakmış. Kuş uçup damın üstüne konmuş. Hemen ikinci öğüdü söylemiş:
— "Geçmiş gitmiş şey için üzülme, ona özlem duyup da kendini paralama."
İkinci öğüdü söyleyen kuş, uçup ağacın en yüksek dalına konmuş. Merakla kendisini izleyen adama;
— "Biiiyor musun?" demiş. "Benim içimde, on dirhem ağırlığında, eşi bulunmaz bir inci vardı. Eğer beni bırakmasaydın, o inci seni büyük bir servete kavuşturacaktı. Sen de, oğulların da zengin olacaktınız. Fakat kısmetin değilmiş, dünyada eşi bulunmayan inciyi kaçırdın..."
Adam bu sözleri duyunca kıvranmaya, saçını başını yolmaya, inlemeye, ah vah etmeye başlamış. Adamın feryadını duyan kuş;
— "Biraz önce ben sana,'geçmiş gitmiş şey için üzülme, ona özlem duyup da kendini paralama'diye öğüt vermedim mi? Geçti gitti, ne diye dövünüp durur da kendini paralarsın. Ya öğüdümü anlamadın yahut da sağırsın! Ayrıca sana birinci öğüdümde, Olmayacak şeye, kim söylerse söylesin inanma!'demedim mi? Be adam, ben üç dirhem ağırlığında bile değilim, içimde on dirhemlik inci nasıl bulunur?"
Adam, kuşun bu sözlerinden sonra kendine gelmiş. Aptalca bir duruma düştüğünü fark etmiş. Hemen toparlanıp;
— "Peki," demiş, "haydi o üçüncü öğüdü de söyle!" Kuş;
— "Evet," demiş, "önceki öğütleri pek iyi tuttun sanki. Üçüncü öğüdü de öğrenmek istiyorsun. Öyleyse kulaklarını aç da iyi dinle: Uykuya dalmış bilgisiz kimseye Öğüt vermek, çorak yere tohum ekmektir."
Kuş bu öğüdü de verdikten sonra uçup gitmiş. Şaşkın adam da arkasından bakakalmış.
— "Ey ulu hoca" demiş, "sen nice öküzler, koyunlar yedin; nice develer kurban ettin. Hiçbir zaman onlarla doymadın da, şu benim minnacık bedenimle mi doyacaksın? Beni bırak da sana üç öğüt vereyim; vereyim de bil bakalım; akıllı mıyım, aptal mı?
Sana bu üç öğüdün birincisini elindeyken, ikincisini şu damın üstündeyken vereceğim. Üçüncüsünü de ağacın dalına konunca söyleyeceğim. Bilesin ki, bu üç öğüde kulak verirsen bahtın da açık olacaktır."
Adam, kuşu ister istemez dinlemiş. Ne söyleyeceğini de merak etmiş. Kuşa, "Peki" der gibi bakmış. Kuş, adamın bu hâlini görünce;
— "Elindeyken söyleyeceğim söz şu: Olmayacak şeye, kim söylerse söylesin inanma!"demiş.
Bu söz, adamın hoşuna gitmiş. Diğer öğütleri de merak ediyormuş. Kuşu gönülsüzce serbest bırakmış. Kuş uçup damın üstüne konmuş. Hemen ikinci öğüdü söylemiş:
— "Geçmiş gitmiş şey için üzülme, ona özlem duyup da kendini paralama."
İkinci öğüdü söyleyen kuş, uçup ağacın en yüksek dalına konmuş. Merakla kendisini izleyen adama;
— "Biiiyor musun?" demiş. "Benim içimde, on dirhem ağırlığında, eşi bulunmaz bir inci vardı. Eğer beni bırakmasaydın, o inci seni büyük bir servete kavuşturacaktı. Sen de, oğulların da zengin olacaktınız. Fakat kısmetin değilmiş, dünyada eşi bulunmayan inciyi kaçırdın..."
Adam bu sözleri duyunca kıvranmaya, saçını başını yolmaya, inlemeye, ah vah etmeye başlamış. Adamın feryadını duyan kuş;
— "Biraz önce ben sana,'geçmiş gitmiş şey için üzülme, ona özlem duyup da kendini paralama'diye öğüt vermedim mi? Geçti gitti, ne diye dövünüp durur da kendini paralarsın. Ya öğüdümü anlamadın yahut da sağırsın! Ayrıca sana birinci öğüdümde, Olmayacak şeye, kim söylerse söylesin inanma!'demedim mi? Be adam, ben üç dirhem ağırlığında bile değilim, içimde on dirhemlik inci nasıl bulunur?"
Adam, kuşun bu sözlerinden sonra kendine gelmiş. Aptalca bir duruma düştüğünü fark etmiş. Hemen toparlanıp;
— "Peki," demiş, "haydi o üçüncü öğüdü de söyle!" Kuş;
— "Evet," demiş, "önceki öğütleri pek iyi tuttun sanki. Üçüncü öğüdü de öğrenmek istiyorsun. Öyleyse kulaklarını aç da iyi dinle: Uykuya dalmış bilgisiz kimseye Öğüt vermek, çorak yere tohum ekmektir."
Kuş bu öğüdü de verdikten sonra uçup gitmiş. Şaşkın adam da arkasından bakakalmış.
22 Ekim 2011 Cumartesi
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)